Bülten Yazımız
İSAR İslam ve Finans Seminerlerinin 9.’su, “Faizsiz Bankacılık Uygulaması Olarak Sukuk” başlığı altında, Akdeniz Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden Yrd. Doç. Dr. Abdullah Durmuş, İSAM’dan Dr. İsmail Cebeci ve Kuveyt Türk Katılım Bankası’ndan Mustafa Begün’ün konuşmacı olarak katılmaları ile 30 Mart 2013 Cumartesi 18.00’de gerçekleştirildi.
Fıkhi bir enstrüman olarak sukuk konusunu ele alan Abdullah Durmuş, sukukun yeni yaygınlaşmaya başlayan bir uygulama olduğu ve yerleşik kabul görmüş standartlardan söz edilemeyeceğini vurguladı. Sukukun çeşitlerine dair verdiği bilgilerde sukuk çalışmalarında en saygın konumda olan AAOIFI isimli kuruluşun standartlarının esas alındığını belirtti.
Durmuş, öncelikle finansman yöntemleri içerisinde sukukun nasıl bir yer edindiğine değindi. Böyle bir yapılanmaya, biri sukuku ihraç edenlerin, diğeri de sukuk yatırımcısının olmak üzere iki açıdan ihtiyaç duyulmaktadır. İhraç eden, mevcut klasik finansman yöntemlerini karşılamakta zorlandığı konularda, bir varlığın mülkiyetini, menfaatini ve ortaklık teşebbüsünü dayanak alarak, büyük montanlı finansman ihtiyacını birçok yatırımcının ortaya koyacağı para ile gidermeye yönelmektedir. Sukuk yatırımcısı ise bir tarafın karşılayamayacağı büyük yatırım projelerinden gelir elde etme fırsatı ve istenildiği anda ikinci elde satma imkanına sahip olma ihtiyacı duymaktadır.
Eskiden istihkak senedi, borç senedi, ödeme emri anlamlarında kullanılan sukuk, bu menkul kıymetleştirmenin İslami versiyonu olarak ifade edilebilir. Finansal anlamda, bugün uygulanan sukuk ise; bir mal, menfaat, hizmet, belirli bir proje, ve/veya yatırımın varlığı üzerinde eşit değerdeki hisseleri temsil eden mali vesikalar olarak tanımlanabilir.
AAOIFI’nin sukuka dayalı bir takım standartlarını aktaran Durmuş, borca dayalı sukuk çıkartılmasının caiz olmadığını dile getirdi. Söz konusu standartlara göre sukuk sahipleri, sahip olunan şeyin menfaatine de riskine de malik olurlar. Bütün sukuklarda mutlaka mal, menfaat ya da ortaklık üzerinde mülkiyet tesisi gereklidir.
Sunumunun sonuç kısmında, günümüz piyasasında sukuk gibi büyük hacimde finansman sağlayan, çok sayıda yatırımcıyı bir araya getirebilen, istenildiği an nakde dönme imkanı veren bir enstrümanın mutlak bir gereklilik olduğunu vurgulayan Durmuş, ancak bu işlemde, faizli menkul kıymetleştirme ile özdeş hale gelmesine neden olan şartlardan uzak durulması gerektiğini belirtti. Nihayetinde Durmuş, konu hakkındaki hukuki düzenlemelerin AAOIFI standartları ve İslam Fıkıh Akademisi kararlarına göre düzenlenmesi gerektiği kanaatinde olduğunu beyan etti.
İkinci konuşmacımız İsmail Cebeci, İslam hukuku ve sukuk arasındaki ilişkiye dair problemli meselelere ve sukukun bugünkü uygulanma tarzı ve bugüne kadar gerçekleştirilemeyen hedeflere ulaşılmasına yönelik düşüncelerini aktardı. İslam dünyasındaki temel problemlerden olan insan unsuru ve maddi kaynakların organize biçimde kullanılamaması, büyük sermayeye ihtiyaç duyulduğunda problemlerin içinden bir şekilde çıkılamamasına değinen Cebeci, sukukun gerçekten bunlara cevap olabilecek bir uygulama mı yoksa bono, tahvil gibi faizli işlemlerin taklidi niteliğinde mi olduğu; finans kurumlarının çok dar çerçevede kalması, topluma fazla fayda sağlayamaması gibi eleştiriler karşısında sukukun yeteli bir yaygınlık kazanıp kazanmayacağı; faizsiz finans sektörünün işleme biçiminde, küçük sermaye gruplarının birleşerek büyük sermaye oluşturmasının toplumun diğer kesimlerinin hep dışarıda kaldığı üzere sadece belli başlı zümrelerin dahil olduğu süreçler olup olmadığının düşünülmesi gerektiğini belirtti.
Sukukuk bir mürekkep akid olması, sukukta vaad unsurunun varlığının, yani kuruluşun en sonunda belli bir fiyattan kiraladığı varlığı geri alacağını vaad ettiğinin önemine değinen Cebeci’ye göre, sukukta akdin başında kanuni olarak ya da tarafların belirlediği o kadar çok şartlar ileri sürülmektedir ki şartların akidle çelişmemesi gerekliği ilkesi üzerinden akdin cevazı tehlikeye girmektedir. Cebeci’ye göre sukukun en önemli özelliği risk meselesi, risk-garanti dengesidir. Sukuk sahiplerinin mülkiyet haklarından bahsediyoruz ama gerçekte pek çok sukuk uygulamasında mülkiyet hakkı yoktur, şirketler sadece sermaye üzerinden gelir hakkı tanıyorlar. Bu çok ciddi bir eleştiridir zira mülkiyet olmadığında risk de alınmış olmuyor, sadece gelire ortak olunuyor, dolayısıyla akdin getirdiği yükümlülüklerden kaçılmış oluyor. Ayrıca uygulamada görülmektedir ki kaynak kuruluş, işlemin sonunda anaparanın ödeneceğini garanti etmektedir ki bu fıkhi prensiplerle çelişmektedir. Eğer sukuk işleminde zarar söz konusu olursa işletmeci sukuk sahiplerine borç vermeyi taahhüt etmektedir ve bu borcu sonraki işlemlerden çıkarmayı hedeflemektedir.