Bülten Yazımız
19 Aralık 2016 tarihinde İSAR’da Serhan Afacan tarafından “İran Medyasında Halep” başlıklı bir konferansı gerçekleştirildi.
Aktüel niteliği bulunan bu konferans, İran ve Rusya tarafından desteklenen Esad rejiminin 2016’nın son günlerinde Halep’te ilan ettiği “zafer” ve bunun medyadaki akislerinin doğurduğu soru işaretlerini tahlil etme çabasının bir ürünüydü.
Türk medyasında önceden beri Halep’e yapılan menfur saldırılara karşı ciddi bir tepki söz konusuydu. Öte yandan bu saldırıların faillerinden biri olan İran’da, medyanın Halep olaylarına nasıl yer verdiği meselesiyse Türk tarafı açısından müphem bir çerçeveyi yansıtıyordu.
Konferans öncelikle İran’da medya ve devlet arasındaki ilişki düzeyini kısaca ele alarak başladı. Görünen kadarıyla İran’da özgür ve tarafsız bir basından bahsedilemediğini ifade eden Afacan, devletin basın üzerinde mutlak bir kontrolü olduğunu belirtti. Basının İran’daki işlevinin, İran devlet politikalarının halka meşrulaştırılarak anlatılmasından ibaret olduğu yönündeki kanaatlerini dinleyenlerle paylaşan Afacan, aynı zamanda ülkenin mezhebi olan Şiilik propagandasını yapan basının Halep meselesini de bu bakış açısıyla ele almakta olduğunu ifade etti.
Konuşmasının ikinci kısmında görsel sunumlar eşliğinde İran’daki belli başlı gazetelerin manşetleri üzerinden Halep olaylarının İran medyasında nasıl yer bulduğuna ilişkin analizlerde bulunan Afacan, ilgili manşetlerde vurgu yapılan bazı hususlara değindi. İlk olarak medyada Halep’teki sivil katliamlarından hiçbir şekilde bahsedilmediğini dile getiren Afacan, yapılan operasyonların sivilleri hedef almadığının açıklanmaya çalışıldığını belirtti. İran medyası aynı zamanda sürekli olarak DAEŞ terör örgütünün Şiilere yönelik katliamlarını da sansürsüz olarak göstermekteydi. Bu sebeple, basının Halep’i sanki DAEŞ benzeri bir terör örgütünden kurtarmışçasına haber yaptıkları görülmektedir.
Örneğin medyada sürekli olarak Halep’in bazı kesimlerinde yapılan kutlamalar yer almıştı. Nitekim manşetlerde “Halep Özgürleştirildi!” gibi ifadelerin kullanıldığını fark ediyoruz. İkinci kısımda ise sürekli olarak muhaliflerin “tekfirci teröristler” olarak anıldığını görüyoruz. Bu şekilde tüm muhalif unsurları tek bir kefeye koyarak yaptıkları meşrulaştırma çabası dikkat çekiyor.
Son olarak bazı manşetlerin dolaylı olarak Türkiye’ye yönelik olduğu da dikkatlerden kaçmıyor. Bilindiği üzere, Türkiye’nin tutumu Suriye’deki ılımlı muhalifleri desteklemek üzerineydi. Buna Halep’teki muhalifleri desteklemek de dahildi. Nitekim Türkiye her zaman İran, Rusya ve Esad’ın Halep’te yaptığı katliamları kınamıştı. İran medyası ise Halep’i ele geçirmelerinin ardından “Tekfirci teröristler ve destekçilerinin keyfi kaçtı” gibi ifadeler kullanmak suretiyle bu durumun vurgulanması ise bir başka nokta olarak karşımıza çıkıyor. Aynı zamanda Türkiye’nin muhaliflere verdiği desteğe karşı Halep’in rejimin kontrolüne girmesinin dolaylı yoldan Türkiye’ye karşı kazanılmış bir zafer olarak gösterilmesi de süreç boyunca İran siyasetinin kendi basın kanalları aracılığıyla okunduğu kritik bir tavrın ifadesi olarak değerlendirildi.
Sonuç olarak İran medyasının Halep’e tarafsız olmak şöyle dursun, İran devletinin bölgedeki eylemlerini meşrulaştırma çabası dışında bir haber yapmadığı, yapılan operasyonların tek taraflı bir şekilde ele alındığı ve tüm muhaliflerin aynı kefeye konarak İran stratejisinin radikal unsurlara karşı meşru bir mücadele olarak sunulmaya çalışıldığı şeklinde bir çerçeve ile karşı karşıya olunduğu gibi noktalar daha belirgin vurgularla gözlemlenmiş oldu.