Bülten Yazımız
Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Temel İslâm Bilimleri Anabilim Dalı Tasavvuf Bilim Dalı’ında 15.06.2016 tarihinde “Afifüddîn Tilimsânî’nin İlâhî İsimler Nazariyesi ve Meâni’l-Esmâi’l-İlâhiyye Adlı Eserinin Tahkiki” başlıklı doktora tezini başarı ile savunan Orxan Musaxanov, 6 Aralık 2016 tarihinde “Afîfüddîn Tilimsânî’nin İlâhî İsimler Nazariyesi” başlığıyla İSAR Tez Sunumları kapsamında sunumunu gerçekleştirdi. Musaxanov, Tilimsânî’nin h. 610 Cezair doğumlu olduğunu belirttikten sonra gerek ilim amaçlı seyahatleri ve gerekse bu seyahatler esnasında dönemin meşhur âlimleri ile olan görüşmelerini dile getirdi. Seyahat noktaları arasında yer alan Şam ve Anadolu vilayetleri, ona dönemin önde gelen düşünürleri ile tanışma fırsatı sağlamıştır. Tasavvuf geleneğinde var olan ilmî canlılığa tazelik kazandırdığını ifade eden Musakhanov, onun oldukça karmaşık ve bir o kadar da ilgi çekici olan “İlâhi İsimler Nazariyesi”ni sade bir anlatımla katılımcılara aktarmaya çalıştı.
Tilimsânî’nin söz konusu nazariyesi birtakım aşamalardan oluşmaktadır. Bu aşamaların başında Cenâb-ı Hakk’ın “Esmâ-i Hüsnâ” olarak bilinen doksan dokuz isminin sıralanış biçimi gelmektedir. Bu görüşte Tilimsânî ilk olmamakla beraber kendinden önce gelen bazı sûfîler arasında kabul gören “her isim her isimde vardır” kaidesini o da benimsemiş ve ilâhî isimlerden bazısını öz olarak bazısına tercih etmemiştir. Ancak görünüşteki bazı sıralanışlar farklı itibarlara dayanmaktadır. İtibar sahibi olan varlıkların başında da insanlar gelmektedir. İnsanlar kendi ihtiyaçlarına göre farklı zamanlarda Cenab-ı Hakk’ın birtakım isimlerini daha çok ön planda tutmuştur.
Tilimsânî, ilâhî isimleri göreceli görür. Bir başka ifadeyle Allah her yönüyle bir olduğundan, onun isimleri biz mahlukat tarafından önem arz eder. Bu bakımdan Allah’ın isimlerine atfedilen önemden hareketle Tilimsânî’ye göre O’nun mahlukat ile müşterek olmayan iki ismi bulunur: Allah ve Rahman. Çünkü bu iki isim Cenab-ı Hakk’a mahsustur. Bütün isimlerin kendilerine döndüğü “Allah” ve “Rahman”, asıl ismi de mutlak hüviyetin ismi olan “el- Hû” ismine dönmektedir. Tilimsânî, ilâhî isimler nazariyesi ile âlem-i sağîr, kevn-i câmî ve insan-ı kâmilin en yetkin örnekleri olan peygamberler üzerine yansımasını savunur.
Söz konusu nazariyede Tilimsânî’nin ilâhi isimleri göreceli görmesi hasebiyle bunun onun varlık anlayışına da yansıdığı görülür. Zira bizzat İbn Arabî’nin kendisinden Futûhât dersleri okuyan Tilimsânî, hocasının “a‘yân-ı sâbite” nazariyesini kabul etmez. Şöyle ki; Tilimsânî varlık ve varlığın mertebeleri (Hakk ve Hakk’ın mahlukları) arasında vasıtayı kabul etmemektedir. Ona göre varlık ve yokluk arasında vasıta yoktur. Varlık ve yokluk arasında mevcûd ve ma’dûm olmaksızın bulunan “a‘yân-ı sâbite” veya başka bir isimlendirmeyle mevcûd ve ma’dûm olmayan mahiyetler itibârîdir. Onun varlık anlayışı ilâhî isimlere yansımıştır.
Tilimsânî’nin ilâhî isimler nazariyesinin en temel özelliklerinden olan isimler arası iç içe geçişini ayrıntılı olarak
sunan Musakhanov, bu nazariye ile gerek Meşşâî felsefesindeki sudûr ve gerekse İbn Arabî çizgisindeki tasavvufçuların “a‘yân-ı sâbite” anlayışlarını kabul etmediğini vurgulayarak sunumunu sonlandırdı.