Bülten Yazımız
Bu yılki İSAR İhtisas Konuşmalarının ikincisini Columbia Üniversitesi’nde İslam-Osmanlı Bilimi çalışmaları üzerine doktorasını tamamlamış olan Kenan Tekin hocamızla yapmış olduk. Sunum “Osmanlı Son Döneminde İlim-Din Kategorilerinin Yeniden Oluşturulması” ismini taşıyan doktora tezinin paylaşılması mahiyetinde idi.
Tekin öncelikle bu alanda yapılan çalışmaların kısa bir özetini sunduktan sonra Osmanlı İlmi’ni tartışan/çalışan bilim tarihçilerinin daha çok modern anlamda bilim olarak bilinen ve tanıtılan matematik, astronomi, tabii ilimler gibi alanları çalıştığını fakat kadim dönemde ilim sayılan ve çalışılan dalların daha farklı ve geniş olduğu iddiasını savundu. Bu tartışmanın tezinin ilk kısmını oluşturduğunu belirtti. Öncelikle o dönemin ilim anlayışının ortaya koymanın daha sağlıklı olacağını aşikar olduğunu söyledi.
Buna göre kadim dönemde ilmin mevzusu, gayesi ve faydası üzerinde bir tasnif yapılmaktadır. Modern dönemde ise bir bilgiyi bilim yapan şey o bilginin elde edilmesinde ve işlenmesinde uygulanan ve takip edilen metodoloji daha belirleyici bir rol üstlenmektedir. Erken modern ve klasik sonrası dönemde ontolojik bir yaklaşım sergilenirken modern dönemde daha çok epistemoloji eksenli bir bakış açısı sunulmaktadır. Bu sebeple erken modern ve/veya klasik sonrası dönemin ilmi çalışmaları tasnif edilirken ve değerlendirirken modern bilim bakış açısıyla değil dönemin kendi kriterleriyle yapılacak bir tasnifin daha sağlıklı olacaktır.
Bu minvalde karşımıza çıkan örneklerden bir tanesi Ahmet Cevdet Paşa ve eserleri, bir diğeri de matbaanın Osmanlı’ya gelişi ve matbu nüshaların mahiyeti olmaktadır.
Avrupa merkezli bakış açısına göre Osmanlı’da ilim anlayışının değişiminin temel sebepleri arasında sırasıyla Osmanlı’nın harp meydanlarındaki yenilgi durumu, bu sebeple teknolojik ve ilmi sahada bir çeşit değişimin gerekli görülmesi ve bu sebeple modern bilginin bahis mevzu olan coğrafyaya girmesi için yeni okulların kurulması, yabancı hocaların gelişi zikredilmektedir.
Fakat bu bakış açısı yer yer tatmin edici sonuçları veriyor gibi görünse de meselenin tamamında bizi doğru ve açıklanabilir bir yere götürmemektedir. Osmanlı devletinde ilim ve dinin ayrı alanlar olarak ortaya çıkmasında devletin modernleşmesi ve iç dinamikler daha büyük ve etkin bir rol oynamaktadır. Devletin yapısının modernleşmesindeki temel saik Avrupa’nın taklit edilmesinden ziyade ülke toprakları içerisinde tam hakimiyet ve sosyolojik alandaki teftişin etkin bir şekilde sürdürülebilmesi gayesinin güdülmesi de sebepler arasında sayılmalıdır. Tam bu noktada karşımıza çıkan en belirli örnek matbaanın İstanbul’a gelişi ve devletin matbaa ve matbu eserlerin kontrolü ile alakalı gösterdiği tavır olmaktadır.
Matbaanın ilk defa Osmanlı’ya gelişinin ilk başlarda engellenmesinin sebebi olarak her ne kadar dinin yaygın kitlelere eğitiminin engelleme amacı olarak öne sürülse de bundan daha çok sosyolojik ve siyasal olaylar ve eğilimler karşımıza çıkmaktadır.
Tarihi olarak matbaanın ülkeye girişinde ve basın-yayın faaliyetleri anlamındaki farklı girişimlerin engellenmesinin akabinde ilk defa açılan Müteferrika matbaası ve sonrasında açılan Mühendishane matbaasının tam devlet kontrolü altında çalışması da bizi bu sonuca götürmektedir. Şurası tartışma götürmez bir gerçektir ki matbaa her ne kadar bilginin hızla yayılması gibi zahiren matlup bir sonucu beraberinde getirse de aynı zamanda toplumsal kamplaşmaları derinleştiren veya ahlaki sorunlara yol açan muzır (zararlı) bilginin dolaşımı gibi yan etkileri de beraberinde getirmektedir. Devlet meseleye daha çok bu açıdan bakıyor gibi gözükmektedir.
Bu durum da matbaada basılan eserlerin neler olacağı karşısında izlenen politikaların ilim ve din arasındaki ayrımı beraberinde getirmesi gibi bir sonucu karşımıza çıkarmaktadır. Tekin, tam bu noktada devletin müdahalesinin bu politikalarının ilim, din ve siyaset alanlarının birbirinden ayrılmasının temel sebebi olduğunu düşünmektedir.
Sivil toplum tarafından yapılan tab’ faaliyetleri miladi 19 yy. ortalarını bulmaktadır. Aynı şekilde devletin Mısır’da ve İstanbul’da yaptığı basın ve yayın faaliyetleri de benzer bir zamana denk geldiği göze çarpmaktadır. Dolayısıyla ayrımın kadim bir ayrım olmadığı noktasında da bizi yeterli bir noktaya getirmektedir.
Tüm bu konuları ele aldıktan sonra Tekin, devletin din ve siyaset alanında mecbur kalınmadıkça yayın yapılmasını sakıncalı gördüğünü buna karşılık ulûm, fünûn ve sanat üzerine yayın yapılmasına izin verdiğini ve hatta bunun teşvik ettiğini de öne sürmektedir. Bu konu ile alakalı nizamnameler olduğunu örnekleriyle birlikte vermektedir. Kırım savaşı, Şam’daki sivil çatışma veya Lübnan’da yaşananların bu tarz basın-yayın kısıtlamalarını beraberinde getirdiğini belirtmiştir.
Ona göre elbette gerçek hayatta gerek dil açısından gerekse muhteva açısından ilim ve dinin birbirinden ayrılmadığı gözler önündedir. Fakat bir ima bile bazen bir derginin kapatılmasına sebep olabilmektedir. (Mecmua-i Fünûn’a bakıldığında dini konular öyle veya böyle mutlaka işlenmektedir. Bununla birlikte siyaset de bir şekilde kendini hissettirmektedir. Nitekim dergi “Bir Yıldız Böceği” isimli yazı yüzünden kapatılmıştır. Her ne kadar siyasetle veya din ile ilgilenmeyeceğim dense de dergiler yine bu tarz sebeplerle kapatılabilmektedir.)
Sonuç olarak Tekin’e göre; din ve bilim alanlarının birbirinden ayrılmasının altında yatan sebebin daha önceki çalışmalarda işlendiği gibi Avrupa’yı taklit ve bilgi transferinin bir sonucu olmasından çok devletin basın ve yayın organları üzerinde kurmak istediği hakimiyetin bir sonucudur.
Soru-cevap faslının ardından konuşma nihayete erdi.