Son Dönem Osmanlı'da İlim ve Din İlişkisi

20 July 2016
12:46

Bülten Yazımız

Bu yılki İSAR İhtisas Konuşmalarının ikincisini Columbia Üniversitesi’nde İs­lam-Osmanlı Bilimi çalışmaları üzerine doktorasını tamamlamış olan Kenan Te­kin hocamızla yapmış olduk. Sunum “Osmanlı Son Döneminde İlim-Din Kate­gorilerinin Yeniden Oluşturulması” ismini taşıyan doktora tezinin paylaşılması mahiyetinde idi.

Tekin öncelikle bu alanda yapılan çalışmaların kısa bir özetini sunduktan sonra Osmanlı İlmi’ni tartışan/çalışan bilim tarihçilerinin daha çok modern anlamda bi­lim olarak bilinen ve tanıtılan matema­tik, astronomi, tabii ilimler gibi alanları çalıştığını fakat kadim dönemde ilim sayılan ve çalışılan dalların daha farklı ve geniş olduğu iddiasını savundu. Bu tartışmanın tezinin ilk kısmını oluştur­duğunu belirtti. Öncelikle o dönemin ilim anlayışının ortaya koymanın daha sağlıklı olacağını aşikar olduğunu söy­ledi.

Buna göre kadim dönemde ilmin mev­zusu, gayesi ve faydası üzerinde bir tas­nif yapılmaktadır. Modern dönemde ise bir bilgiyi bilim yapan şey o bilgi­nin elde edilmesinde ve işlenmesinde uygulanan ve takip edilen metodoloji daha belirleyici bir rol üstlenmektedir. Erken modern ve klasik sonrası dönem­de ontolojik bir yaklaşım sergilenirken modern dönemde daha çok epistemo­loji eksenli bir bakış açısı sunulmakta­dır. Bu sebeple erken modern ve/veya klasik sonrası dönemin ilmi çalışmaları tasnif edilirken ve değerlendirirken mo­dern bilim bakış açısıyla değil dönemin kendi kriterleriyle yapılacak bir tasni­fin daha sağlıklı olacaktır.

Bu minvalde karşımıza çıkan örnek­lerden bir tanesi Ahmet Cevdet Paşa ve eserleri, bir diğeri de matbaanın Osmanlı’ya gelişi ve matbu nüshaların mahiyeti olmaktadır.

Avrupa merkezli bakış açısına göre Osmanlı’da ilim anlayışının değişimi­nin temel sebepleri arasında sırasıyla Osmanlı’nın harp meydanlarındaki ye­nilgi durumu, bu sebeple teknolojik ve ilmi sahada bir çeşit değişimin gerekli görülmesi ve bu sebeple modern bilgi­nin bahis mevzu olan coğrafyaya gir­mesi için yeni okulların kurulması, ya­bancı hocaların gelişi zikredilmektedir.

Fakat bu bakış açısı yer yer tatmin edici sonuçları veriyor gibi görünse de meselenin tamamında bizi doğru ve açıklanabilir bir yere götürmemektedir. Osmanlı devletinde ilim ve dinin ayrı alanlar olarak ortaya çıkmasında dev­letin modernleşmesi ve iç dinamikler daha büyük ve etkin bir rol oynamak­tadır. Devletin yapısının modernleşme­sindeki temel saik Avrupa’nın taklit edilmesinden ziyade ülke toprakları içerisinde tam hakimiyet ve sosyolojik alandaki teftişin etkin bir şekilde sür­dürülebilmesi gayesinin güdülmesi de sebepler arasında sayılmalıdır. Tam bu noktada karşımıza çıkan en belirli örnek matbaanın İstanbul’a gelişi ve devletin matbaa ve matbu eserlerin kontrolü ile alakalı gösterdiği tavır ol­maktadır.

Matbaanın ilk defa Osmanlı’ya gelişinin ilk başlarda engellenmesinin sebebi olarak her ne kadar dinin yaygın kitlelere eğitiminin engelleme amacı olarak öne sürülse de bundan daha çok sosyolojik ve siyasal olaylar ve eğilimler karşımıza çıkmaktadır.

Tarihi olarak matbaanın ülkeye girişin­de ve basın-yayın faaliyetleri anlamın­daki farklı girişimlerin engellenmesinin akabinde ilk defa açılan Müteferrika matbaası ve sonrasında açılan Mü­hendishane matbaasının tam devlet kontrolü altında çalışması da bizi bu sonuca götürmektedir. Şurası tartışma götürmez bir gerçektir ki matbaa her ne kadar bilginin hızla yayılması gibi zahiren matlup bir sonucu beraberin­de getirse de aynı zamanda toplumsal kamplaşmaları derinleştiren veya ah­laki sorunlara yol açan muzır (zararlı) bilginin dolaşımı gibi yan etkileri de beraberinde getirmektedir. Devlet me­seleye daha çok bu açıdan bakıyor gibi gözükmektedir.

Bu durum da matbaada basılan eserle­rin neler olacağı karşısında izlenen po­litikaların ilim ve din arasındaki ayrımı beraberinde getirmesi gibi bir sonucu karşımıza çıkarmaktadır. Tekin, tam bu noktada devletin müdahalesinin bu politikalarının ilim, din ve siyaset alan­larının birbirinden ayrılmasının temel sebebi olduğunu düşünmektedir.

Sivil toplum tarafından yapılan tab’ faaliyetleri miladi 19 yy. ortalarını bulmaktadır. Aynı şekilde devletin Mı­sır’da ve İstanbul’da yaptığı basın ve yayın faaliyetleri de benzer bir zamana denk geldiği göze çarpmaktadır. Dola­yısıyla ayrımın kadim bir ayrım olma­dığı noktasında da bizi yeterli bir nok­taya getirmektedir.

Tüm bu konuları ele aldıktan sonra Tekin, devletin din ve siyaset alanında mecbur kalınmadıkça yayın yapılması­nı sakıncalı gördüğünü buna karşılık ulûm, fünûn ve sanat üzerine yayın ya­pılmasına izin verdiğini ve hatta bunun teşvik ettiğini de öne sürmektedir. Bu konu ile alakalı nizamnameler olduğu­nu örnekleriyle birlikte vermektedir. Kırım savaşı, Şam’daki sivil çatışma veya Lübnan’da yaşananların bu tarz basın-yayın kısıtlamalarını beraberinde getirdiğini belirtmiştir.

Ona göre elbette gerçek hayatta gerek dil açısından gerekse muhteva açısın­dan ilim ve dinin birbirinden ayrılmadı­ğı gözler önündedir. Fakat bir ima bile bazen bir derginin kapatılmasına sebep olabilmektedir. (Mecmua-i Fünûn’a ba­kıldığında dini konular öyle veya böyle mutlaka işlenmektedir. Bununla birlik­te siyaset de bir şekilde kendini hisset­tirmektedir. Nitekim dergi “Bir Yıldız Böceği” isimli yazı yüzünden kapatıl­mıştır. Her ne kadar siyasetle veya din ile ilgilenmeyeceğim dense de dergiler yine bu tarz sebeplerle kapatılabilmek­tedir.)

Sonuç olarak Tekin’e göre; din ve bi­lim alanlarının birbirinden ayrılması­nın altında yatan sebebin daha önceki çalışmalarda işlendiği gibi Avrupa’yı taklit ve bilgi transferinin bir sonucu olmasından çok devletin basın ve yayın organları üzerinde kurmak istediği ha­kimiyetin bir sonucudur.

Soru-cevap faslının ardından konuşma nihayete erdi.