Bülten Yazımız
İSAR İhtisas Konuşmaları kapsamında İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Selim Argun’u misafir ettik. Nizam-ı Cedid dönemine dair yapmış olduğu çalışmasını kendisinden dinledik ve soru-cevaplar eşliğinde tartışma imkanı bulduk.
Sunumuna başlamadan önce farklı alandaki nazariyeler hakkında bilgi sahibi olmanın ve onları mezcedebilmenin ilmi açıdan önemli bir derinlik ve zenginlik olduğuna dikkat çeken Argun, kendi doktora çalışmasında tarih ve sosyoloji alanlarını kesiştirerek tarih sosyolojisi perspektifini esas aldığını ifade etti. Argun, üzerinde doktora yaptığı spesifik mevzuyu ise, Osmanlı’da 1789 (III. Selim’in tahta çıkışı) ve 1839 (Tanzimat Fermanı’nın ilanı) tarihleri arasındaki dönemde gerçekleşen büyük ölçekli sosyal değişimlerin dinamiklerini, elit olarak tanımladığı Osmanlı ulemasını merkeze alarak ortaya koymak şeklinde ifade etti. Bu dönemi önemli kılan hususun ise yenileşme ve Batılılaşma hareketlerinin kendisini iyice gösterdiği, “nizam-ı cedid” ifadesinin literatüre büyük ölçüde yerleştiği ve çeşitli yeni arayışların söz konusu olduğu bir dönem olarak öne çıktığına dikkat çekildi. Her ne kadar doktora tezi bu dönemi kapsıyor olsa da, sunum esnasında III. Selim’in tahttan indirilmesi ve öldürülmesine (1807) kadar olan dönem ele alındı.
Tanzimat öncesi döneme genel olarak Nizam-ı Cedid dönemi olarak atıf yapan Argun, bu dönemdeki modernleşmeci reformları ve büyük siyasi ve sosyal değişimleri incelerken, Richard Lachmann tarafından geliştirilen “Tarihî Tesadüf Üzerine Elit Çatışması Teorisi’ni [Elite Conflict Theory of Historical Contingency]” esas alıyor. Argun, bu teorinin özetle, tarihteki önemli değişimlerin arkasındaki esas failin elitler olduğunu, bununla birlikte bazı öngörülemeyen durumların (kontrol harici tesadüfî faktörler) da dahli ile sosyal değişimin gerçekleştiğini iddia ettiğini belirttikten sonra, bu teorinin Nizam-ı Cedid dönemindeki büyük değişimleri anlamada çok önemli bir nazarî perspektif sunduğunu söyledi. Vergi vermemeleri, askerlik yapmamaları, kanlarının akıtılmasının yasak olması, vakıflar yoluyla mallarını tevarüs edebilmeleri ve benzeri ayrıcalıklı pozisyonları itibariyle bu teoriye göre ulemanın elit tanımına girdiğini ifade etti.
Selim Argun’a göre Nizam-ı Cedid döneminde, Osmanlı’daki büyük değişimlerin temelinde elitler arasında Batılılaşma ve modernleşme konusundaki anlaşmazlık yatmaktadır.
Bu hususta iki ana elit kampı olduğu ifade eden Argun, bunları; 1) yenilikçi, modernleşmeci ulema ve 2) Batılılaşma ve yenilik muhalifi, kadimin, bir başka ifadeyle statükonun devamını isteyen ulema olarak niteledi. Bu iki kamp arasında III. Selim ise, açık şekilde yenilikçi kanadın içinde yer alıyor. Bu yenilikçi grubun “Nizam-ı Cedid uleması” olarak tanındığını ve sayılarının ancak 11-12 kişi olduğunu ifade eden Argun, Avrupa karşısında zayıf düşen Osmanlı İmparatorluğu’nun kurtuluş reçetesinin diğer alanlarla birlikte, bilhassa askerî alanda Batı teknolojisini adapte etmek gerektiğini bilen yenilikçilerin maksadının, gerileyen imparatorluğu yeniden güçlendirmek olduğunu ifade etti. Buna karşı çıkan ulemanın hedefinin ise, statükoyu sürdürerek sahip oldukları maddi ve manevi imtiyazları muhafaza etmek olduğu iddiasında bulundu. Yani Argun’a göre çatışma, devletin bekasını ve menfaatini düşünen yenilikçi Nizam-ı Cedid uleması ve onların yanında yer alan III. Selim ile şahsi menfaatleri ve makamları için mücadele eden ve kahir ekseriyeti teşkil eden statükocu ulema arasındadır.
Bu çatışmanın sonunda galip çıkan tarafın statükocu ulema olduğunu ifade eden Argun, bunun sebeplerini Lachmann’ın teorisindeki “tesadüfler” başlığında ele aldı. Argun’un iddiasına göre, örneğin, tüccarlaşmış, başıbozuk ve devlete bir kanser uru gibi yerleşmiş askeri sınıf olan yeniçeriler bu çerçeveye uygun düşmektedir. Bu açıklamaya göre, III. Selim’in yeniçerilere karşı Nizam-ı Cedid ordusu ve İrad-ı Cedid hazinesi kurması gibi reformları, yeniçerilerde hoşnutsuzluk meydana getirmişti. Argun, statükocu ulemanın (örneğin Şerifzade Topal Mehmed Efendi) bu hoşnutsuzluğu kullanarak Kabakçı Mustafa liderliğindeki yeniçeri isyanını organize ettiğini iddia etti. Yani, Argun’a göre, kendi menfaatleri uğruna devletin bekasının rağmına çalışan statükocu ulema, yine kendi maddi menfaat ve bekasını statükonun devamında ve devletin menfaatlerinin üzerinde gören, aynı zamanda devleti sömüren bir askerî sınıf olan yeniçerilerle ittifak kurarak, azınlık olan yenilikçi ulemayı ve III. Selim’i mağlup etmiştir.
Argun, bir başka tesadüf örneği olarak, 1798’de Napolyon’un Mısır’ı işgalini gösterdi. Argun’a göre bu işgal, statükocu ulemaya söylem üstünlüğü kazandırmış ve Nizam-ı Cedid ulemasını suçlamak için iyi bir fırsat oluşturmuştur. Argun’un iddiasına göre, bu işgal sebebiyle, statükocu ulema, Nizam-ı Cedid ulemasına karşı, “örnek aldığınız küffar, Mısır’ı işgal etti” gibi bir suçlamayla, yenilikçi ulemayı zor duruma sokmuştur. Argun, 1807’de bir İngiliz donanma filosunun Çanakkale Boğazı’ndan geçip İstanbul Yeşilköy’de demirlemesini benzeri bir başka tesadüfî faktör olarak niteledi. Argun’a göre, kontrol edilemeyen bir diğer tarihî faktör, III. Selim’in hiç çocuğu olmamasıdır. Ve bütün bunlar Nizam-ı Cedid ulemasının değil, statükocu ulemanın elini güçlendirmiştir.
Bu ve benzeri tesadüfî sebepler, Argun’un iddiasına göre, elit içi çatışmada kazananı belirlemede müessir oldu ve netice itibariyle, devletin bekasını maksat edinmiş az sayıdaki yenilikçi ulema ve sultanın karşısında yer alan statükocu ulema ve onlar tarafından organize edilen, devleti değil kendi menfaat ve imtiyazlarını düşünen yeniçeriler galip gelmiştir.