XVI. Yüzyılda Osmanlı - Safevi Mücadelesi ve Alim - Bürokratların Hukuki Otoritesi

14 July 2016
11:53

Bülten Yazımız

İstanbul Şehir Üniversitesi’nden Yrd. Doç. Dr. Abdurrahman Atçıl, İSAR Yaz Dönemi İhtisas Konuşmaları prog­ramı kapsamında 12 Temmuz 2016 tarihinde “XVI. yüzyılda Osmanlı Sa­fevi Mücadelesi ve Âlim Bürokratların Hukuki Otoritesi” başlıklı bir konuşma gerçekleştirdi. Devlet hizmetinde pro­fesyonelleşmiş, bir hiyerarşi içerisinde yer alan, maaş, iş garantisi ve yönetici sınıfın imtiyazlarına sahip, eğitimsel, hukuki ve bürokratik işleri yerine ge­tiren âlim bürokratların, yöneticilerin elinde bir araç haline mi geldikleri yok­sa fetva verirken âlim vasıflarını koru­yarak kendi kaygıları ile hareket etme­ye devam mı ettikleri sorusu Atçıl’ın sunumunu gerçekleştirdiği çalışmayı yapmaya sevk etmiş. Atçıl sunumunda bu bağlamda yükselen Safevi tehlikesi karşısında Osmanlı âlim bürokratları Sarıgörez Nureddin, Kemalpaşazâde ve Ebussuûd Efendilerin Kızılbaşlar hakkında verdikleri fetvaları inceledi.

Söz konusu âlim bürokratlardan Sarı­görez ve Kemalpaşazâde’nin fetvaların veriliş tarihleri Osmanlı galibiyeti ile sonuçlanan Çaldıran Savaşı’nın hemen öncesine denk düşüyor ve bu dönemde Osmanlı Safavi rekabetinin nereye evri­leceğinin ve kimin galibiyeti ile sonuç­lanacağının henüz belli olmadığı bir or­tamın şartlarını yansıtıyor. Sarıgörez’e göre Kızılbaşlar kafir ve mülhidlerdir. Boğazladıkları murdar, nikahları ba­tıldır. Yakalandıklarında tövbeleri ka­bul edilmez ve katlolunmaları gere­kir. Şayet Osmanlı tebaası bir nahiye halkı Kızılbaş olursa İslam sultanının bunların erkeklerini katl etmesi, mal­larını, kadınlarını ve çocuklarını İslam gazileri arasında taksim etmesi gerekir. Kızılbaşlara katılmak üzere yolda iken yakalanan Osmanlı tebaasının da aynı şekilde katlolunması gerekir.

Sarıgörez’den kısa bir süre sonra fet­va metnini yazdığı kuvvetle muhtemel olan Kemalpaşazâde, Kızılbaşları kafir ve mürted olarak görerek onlara karşı savaşmayı sultan için vacib, her Müslü­man için ise farzı ayn olduğunu belir­tiyor. Nikahları batıl, çocukları veledi zina ve kestikleri murdardır. Mürtet ol­dukları hakimiyet kurdukları topraklar darul harb statüsünde olarak görülür, malları kadınları ve evlatları Müslü­manlara helal olur. Kemalpaşazâde’nin Osmanlı tebaası iken Kızılbaş olan ahali ile ilgili görüşünün Sarıgörez’den farkı ise Kızılbaşların tövbesini geçerli sayması ve onları hür Müslüman ola­rak kabul etmesi.

Fetvalarını Çaldıran sonrası kaleme alan Ebussuûd Efendi ise selefi olan âlim bürokratların Kızılbaşlara yöne­lik sert söylemini korusa da daha çok sultanın otoritesine ve barışçıl Osmanlı tebaasının korunmasına vurgu yapıyor. Ebussuûd Kızılbaşları kafir, mürted, baği ve ehli fesad olarak adlandırıyor. Bunlara karşı savaşı caiz ama sultanın emrine tabi görüyor. Yakalananların tövbesinin kabulünü de sultanın ira­desine tabi kılıyor. Ebussuûd’a göre köylerde ve şehirlerde kendi halinde barış içinde yaşayanlardan zahir halleri sıdklarına delalet eyleyen kimseler söz konusu olduğunda ise yalan söyledikle­ri ortaya çıkmadığı sürece Kızılbaşlara uygulanan ahkam ve ukubat kendileri­ne icra olunmaz.

Atçıl ele aldığı üç Osmanlı âlim bü­rokratının fetvalarının karşılaştırması sonucu bu isimlerin hem ortak söy­lemlerine hem de aralarındaki farkla­ra bakarak yönetici sınıfın elinde bir araç değil kendi kaygıları ile hareket eden kimseler oldukları sonucuna va­rıyor. Algılarını belirlemede öncelikli olarak yönetici sınıf değil fıkıh ilmi ile olan ilişkileri ve içinde bulundukları sosyo-politik şartlar etkili oluyor. Ken­dilerini Osmanlı safında konumlandırı­yorlar ama yönetici sınıfın diline hakim olan Kızılbaşları Rafızî olarak adlandı­ran söylemi benimsemek yerine hukuki bir dil kullanıyorlar.