Bülten Yazımız
Muharrem Kalenci kimdir?
Muharrem Kalenci, 1970 yılında Yunanistan İskeçe’de doğdu. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi İktisat Bölümü’nden mezun olup, İstanbul Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü’nde yüksek lisansını tamamladı. İSMEK bünyesinde cilt sanatının usta isimlerinden İslam Seçen Beyefendi’den dersler alan Kalenci, 2013 yılında “Geleceğin Ustaları Yarışması”nda Sergileme Ödülü’ne layık görüldü.
Restorasyon çalışmalarını daha ziyade Osmanlı matbuatı üzerine yoğunlaştıran Muharrem Kalenci, halihazırda İstanbul Araştırma ve Eğitim Vakfı (İSAR) kütüphanesinde kurduğu atölyede sanat çalışmalarını sürdürmektedir.
[Biyografi, “Türkiye’nin Ustaları Projesi”nden iktibas edilerek güncel bilgilerle zenginleştirilmiştir.]
Muharrem Bey, merhaba. Öncelikle cilt sanatına olan yönelişiniz ve bu mesleğe olan alakanızın nasıl başladığını dinleyerek giriş yapalım söyleşimize. Bir mücellit olarak serencamınızı sizden dinleyelim.
Merhaba Ömer Bey. Benim için çok kıymetli hatıralarla dolu eski günlerden bahsedebilmem için uygun bir zemin hazırladığınız için öncelikle teşekkür ederek sözlerime başlayayım.
90’lı yıllarda İstanbul İktisat’ta öğrenci iken bir yandan da Yunanca mütercimlikle iştigal ediyordum. Böylesi bir meşgale ile uğraşanların her biri gibi ben de çalışmalarım esnasında dört başı mamur bir lügate ihtiyaç duymuştum. Ne yazık ki o dönemde kapsamlı ve mütekamil bir sözlük de bulamamıştım. Sonra öğrendim ki henüz Osmanlı zamanında İstanbul’da basılmış ve oldukça iş gören Osmanlıca-Rumca, Rumca-Osmanlıca sözlükler varmış. Ben de bunları aramaya koyuldum. Uzun uğraşların ardından bulduğum bir tanesiyse epey yıpranmış, kondisyonu son derece bozuk bir durumdaydı. O dönemde bu eseri tamir edebilecek bir mücellit aradım, lakin bulamadım. Bu benim için önemli bir ihtiyaç haline gelmişti. Öyle ya, şuur ve can sahiplerinin âlemde anbean bir şeylere duyduğu ihtiyaç gibi cansız, ruhsuz bildiklerimizin de bazı ihtiyaçları vardı ve bir kitap da bu ihtiyaç sahiplerinden hâli değildi.
Uzun yıllar boyunca bizzat ben kendim bu işi yapabilir miyim sorusu zihnimi kurcalayıp durdu. Sonra bir gün usta mücellit İslam Seçen Bey’in bir kursta bu işin eğitimini verdiğini işittim ve derhal profesyonel bir elden bu sanatı, incelikleriyle birlikte öğrenmeye karar verdim ve hikâye böylece gelişti.
Gerçekten çok hoş bir hatıra bu. Bahsettiğiniz Osmanlıca-Rumca lügatı, sadece kelimelerin manalarını veren bir kitap olmaktan çıkarıp talibi az bir uğraşın sanatkârı olmanıza vesile olması hasebiyle muhabbetle yâd etmek gerek.
“Talibi az” mefhumu üzerinden devam edelim arzu ederseniz. Günümüzde erbabı nadir bulunan bir uğraşınız var. Mesleğin ustası ve erbabı olarak bu zanaatın zorluklarını nasıl değerlendirirsiniz?
Cilt sanatının en büyük zorluğunu, sabır ve zaman gerektiren ince bir işçilik mahsulü olmasında aramak gerek. Yıllar, belki de asırlar boyunca eserin iç ya da dış bölümlerinde oluşan tahribatın boyutuna göre, deforme olan kısımları onarmak için uygulanacak işlemlerin yavaş yapılması ve işlemler arasında gerekli bekleme sürelerinin olması, bana kalırsa bu işin en büyük zorluğunu oluşturuyor. Bu işle meşgul olacak birinin kesinlikle geniş bir sabır kuvvesine sahip olması gerekiyor. Ayrıca bu süreç boyunca kullanılacak malzemelerin bir kısmı üzerinde uygulanacak ön işlemler de oldukça hassas olduğu için bir kitabı ve cildini restore etme işleminin başından sonuna dek sürdürülen bütün çalışma, muhakkak surette dikkat ve el yatkınlığı gerektiriyor. Mesela klasik Osmanlı-Türk ciltlerinde kullanılan deri malzemesinin, henüz işe başlamadan traş edilmesi, bu sürecin belki de en zor kısmını oluşturuyor.
Deriyi traşlama işleminden bahsettiniz. Bir ciltçi atölyesinde temel olarak hangi alet-edevatlar bulunur? Bugün için konuşacak olursak malzemeler nereden, nasıl temin edilir?
Bizim temel malzemelerimizi doğal sahtiyan keçi derisi, su, mukavva, tutkal, ipek şiraze, dikiş ipi gibi unsurlar oluşturuyor. Kullandığımız aletlerin büyük bir kısmı küçük el aletleri diyebileceğimiz edevatlar; mesela elimizden hiç düşürmediğimiz küçük boyutlu, kemikten yapılmış ve her saniye kullandığımız ıstaka, deriyi traşlarken kullandığımız bıçkı denen traş bıçağı, genelde ayakkabıcıların çokça kullandığı değişik büyüklüklerdeki falçata bıçaklar vs.
Diğer orta boyuttaki aletlerden birkaç tane zikredecek olursak mesela kitap ya da üzerinde çalışılacak olan herhangi bir nesneyi sıkıştırmak ve muhkem bir şekilde tutabilmek amacıyla kullandığımız ahşap cendere ile yine kitap ve kâğıtları düzlemek ve sıkıştırmak için kullanılan tezgah üstü pres aletleri sayılabilir.
Önemli bir diğer alet ise bu işleri yapanların olmazsa olmazı olan ve boyutları biraz daha büyük ve genelde dökme demirden yapılan mukavva makasıdır. Mesela bizim İSAR Mücellithanesi’nde antika sayılabilecek kadar eski, 17. yüzyıl Viyana yapımı bir makasımız var ve bu aleti çeşitli işlemlerde ve çok sık bir şekilde kullanıyoruz. Bir diğer önemli ve büyük boyutta olan, ıstampa adını verdiğimiz ve bugün için mushaflar başta olmak üzere eski kitap ciltlerinin üzerinde gördüğümüz şemselerin kalıplarını kullanarak cilde çeşitli şekiller verilmesi için kullanılan pres aletleridir.
Restorasyon aşamasında eserler üzerinde kullandığım malzemeleri ise daha ziyade İstanbul Suriçi bölgesinde yıllardır bu işle meşgul olan, ömrünü bu uğraşa vermiş ve sayıları da bir elin parmağını geçmeyecek kadar az kalmış olan bazı ustalardan temin ediyorum.
Küçükten büyüğe pek çok yardımcı malzeme ile çalışıyorsunuz. Görünen o ki bunlar bir cilt atölyesinin asgari altyapısını oluşturan malzemeler. Üstelik Viyana yapımı klasik dönem makasının da restore edilen eserlerle yaşıt olması itibariyle hem yapım-onarım tekniği açısından hem de atölyeye cazibe katma açısından çok değerli bir malzeme olduğunu söyleyebiliriz.
Bir eserin restorasyonunu tamamladığınızda neler hissediyorsunuz?
Tamamlanan her eser için hissettiğim duygu mutluluk ve manevi hazdan başkası değil. Her biten eser için ben bunu kurtarmasaydım ve ömrünün belki de bir iki veya daha fazla asır uzamasına vesile olmasaydım bu eser kaybolup gidecekti. Hele de bu eser yazma ve tek nüsha olursa bu bambaşka bir duygu ve manevi haz veriyor doğrusu. Kısacası her biten eser için İslam Seçen hocamın –Allah kendisinden razı olsun– dediği laf aklıma geliyor: “Bu da kurtuldu!”
İsmail Seçen de sizin gibi bir Balkan beyefendisi, müşterek yönleriniz çok bu anlamda.
Evet, bu işe yıllarını verdiği gibi cilt sanatını talim ettirme hususunda da çok büyük gayret ve emekleri var. Bana cilt sanatını öğreten ve öğrencisi olmaktan büyük bir şeref ve mutluluk duyduğum, sahanın usta ve uzman isimlerinden biridir İslam Seçen üstadım. Ayrıca kendisinden talim gördüğüm dönemde İslam hocanın asistanlığını yapan Betül Oral hocamı da bu vesileyle zikretmeden geçemeyeceğim. Üzerimde büyük emeği ve yardımı olmuştur kendisinin.
Sizden sonra bu işi yapacak bir kalfa yetiştirme düşünceniz oldu mu?
Tabi önce usta olmak gerek ki bence öğrencilik aşaması ömür boyu süren bir merhale ama yine de birilerini yetiştirmek ve bildiklerimizi yeni nesillere aktarmak büyük bir zevk, şeref ve gurur kaynağı olur benim için.
Şimdiye kadar kaç eserin bakım ve onarımını tamamlayıp kitaplıklara kazandırdınız? Sizce en başarılı restorasyonu hangi eser üzerinde yapmışsınızdır?
Restore ettiğim eserleri saymıyorum doğrusu ama epeyce olmuştur. Hele de İSAR Mücellithane açıldıktan sonra bu sayının ciddi anlamda bir artış gösterdiğini rahatça söyleyebilirim.
Eğri oturup doğru konuşmak gerekirse kurtarılan eserlerin ne kadar başarılı olup olmadığının cevabını verecek mertebede görmüyorum kendimi, bu konuyu değerlendirecek olanlar sahadaki üstad hocalarım ve konu ile ilgili olan insanlardır diye düşünüyorum.
Daha çok hangi tür eserlerin restorasyonunu yapıyorsunuz, herhangi bir ayrım ya da kıstasınız var mı?
Herhangi bir kıstasım yok diyebilirim. Zihnimde bu eseri yapabileceğime dair müspet bir kanaat oluşursa vakit kaybetmeden restorasyon çalışmalarına girişiyorum. Ancak beni aşan bir mesele olduğunu görürsem en ufak bir zarar bile vermemek adına esere dokunmamayı tercih ediyorum.
Aslında bu söylediğiniz, pek çok sahada örnek alınması gereken, takdire şayan bir haslet. Peki bu asırda mücellit olmayı nasıl tarif edersiniz?
Tarihin ve asırların içinde, zaman ötesi bir yolculuğa çıkmak şeklinde tarif edebilirim kısaca. Çünkü her eserde, genellikle o eserin eski sahiplerine ait muhakkak bir şey çıkıveriyor ve belki de o küçücük ayrıntı sizi maziye, o insanların yaşadığı devirlere götürüp güzel bir yolculuk yapmanıza aracı oluveriyor.
Görebildiğim kadarıyla bu gibi el sanatları ile meşgul olanlar genellikle bir mûsikî sesinin çalışmalarına eşlik etmesinden oldukça hoşlanıyor. Sizin çalışırken dinlediğiniz ve özellikle tercih ettiğiniz bir müzik var mı?
Bu meslek odaklanma gerektirdiği için atölyede hafif bir müzik olmazsa olmaz. Ben iş yaparken genelde Türk sanat mûsikîsi ve tasavvuf mûsikîsi dinlemeyi tercih ediyorum. Zaman zaman klasik Batı müziğini dinlediğim de oluyor.
Bazılarımızın kitaplıklarında Arabî olsun Latin harfleriyle olsun birtakım eski eserler bulunabiliyor. Son olarak bu gibi arkadaşlarımız için eski eserlerin temel bakımı hakkında bazı öneriler alabilir miyiz sizden?
En basit ve kolayca yapılabilecek bir bakım, zaman zaman kitapları elimize alıp sayfaların arasını havalandırmaktır. Biraz daha detaylı bir bakım istiyorsak geniş kuru ve yumuşak bir fırça ile her sayfasını yukarı ve aşağı doğru hamlelerle süpürme hareketi yapılabilir. En önemlisi de kitabı su, nem ve rutûbetten korumaktır. Ayrıca burada zikretmeden geçemeyeceğim önemli bir konu daha var. Arkadaşlarımızı özellikle kitap sayfalarında ya da ciltlerindeki yırtıkları plastik koli ve diğer bantlarla yapıştırmaması konusunda uyarmak istiyorum. Restorasyon aşamasında bunları çıkarmak ve temizlemek bizler için büyük bir işkenceye dönüşebiliyor.
Zaman ayırıp sorularımızı cevapladığınız için çok teşekkür ediyor, bakıma ihtiyacı olan daha nice eseri kitaplıklara ve ilgililerin istifadesine sunma konusunda başarılı çalışmalarınızın devamını diliyoruz.
Ben teşekkür ederim. Sizlere de ilmî ve akademik çalışmalarınızda başarılar dilerim.