BİR ALİMİN ENTELEKTÜEL BİYOGRAFİSİ: EBU HANİFE

27 Temmuz 2018
10:09

Bülten Yazımız

İSAR Genel Koordinatörü Mürteza Bedir, 26 Temmuz 2018 tarihinde İSAR Konferans Salonu’nda, son yayınlanan Ebu Hanife: Entelektüel Biyografi isimli kitap çalışması etrafında bir konferans verdi. Kitabın yapısıyla paralellik arz edecek şekilde konuşmasını belli başlıklar altında taksim eden Bedir, Ebu Hanife ve yaşadığı çevre, dönemin önde gelen tartışmaları ve ardında teşekkül eden hukuk mirası şeklinde bir anlatım sırasıyla çeşitli meselelere temas etti.

Bilindiği üzere kendisinden sonraki nesiller üzerindeki derin etkisi, tabakat kitaplarından da anlaşılan Ebu Hanife hakkında iki farklı uçta bilgi ve yorumlar bulunmaktadır. Diğer taraftan hakkında söz söyleyen herkesin müttefik olduğu nokta ise onun “sâhibü’l-rey” ya da “ehl-i rey”in reisi olmasıdır. Mürteza Bedir’e göre Ebu Hanife’nin bu kadar etkili olmasının asıl sebebi, tedvin çağının başında yaşamış olması ve tedvin faaliyetinde önemli bir yer tutmasıdır. Kelam ve özellikle de fıkıh ilminin tedvininde ortaya koyduğu yöntem, sonraki asırlarda İslam âlimleri tarafından genel kabul gören bir usul anlayışı olarak değer kazanmıştır.

Tedvin çağının önemi, sözlü kültüre dayanan bir toplum içerisinde neşet eden İslam dininin, kendi toplumunun dışına yayılması sonucu karşılaştığı medeniyetlere daha pratik ölçülerde aktarılabilir hale getirildiği dönem olmasından kaynaklanıyordu. Bu çaba yüz yıllık İslam tecrübesinden hareketle yeni sorulara cevap verebilmek için soyutlama, sınıflandırma ve teorileştirmeyi mecbur kılıyor ve fıkıh, hadis, kelam gibi ilimlerin doğmasıyla neticeleniyordu. Ebu Hanife’nin önemi bu çabanın öncüsü olmakla beraber sonraki nesiller için ilimlerin temeli olacak çerçeveyi neredeyse tastamam olarak ortaya koymasından ileri geliyordu. Çizdiği çerçeve temel olarak farazi/takdiri fıkıh anlayışına dayanıyordu. Kabul edilen uygulamalara soru sorarak sınırlarını belirliyor ve buradan hareketle tutarlı, soyutlanmış hükümlere varıyordu. Fikirleri ile zıt noktalarda olan âlimler dahi onun fıkıh ilmindeki kurucu rolünü kabul ettiler. Kendisinden sonra gelen ana akım mezhep kurucuları da bu yöntem ve soruları tevarüs ederek fıkıh yapmışlardı.

Ünlü tarihçi Hatîb el-Bağdadî, Bağdat’ta yaşamış önde gelen kişilerin biyografilerini aktardığı Târîhu medîneti’s-selâm isimli eserinde yaklaşık 300 sayfayı Ebu Hanife’ye ayırmıştır. Bu geniş bölümün büyük bir kısmı da Ebu Hanife hakkında olumsuz bilgiler ve nakiller içermektedir. Bununla beraber ilimlerin teşekkülünün tamamlanmasından sonra yazılan tabakat kitaplarında bu yaklaşım tamamen ortadan kalkmaktadır. Görünüşte tutarsız olan bu tutumun arka planında ise ehl-i rey ve ehl-i hadis tartışması yer almaktadır. Medeni ve yazılı kültüre sahip toplumlarla karşılaşan Müslümanların karşılaştıkları soru(n)lara cevap vermek üzere Ebu Hanife’nin öncülük yaptığı yöntemlerin geçersiz olduğunu düşünen ulema, Medine ahalisinin yapıp ettiklerinin delil olduğunu düşünüyordu. Buna karşılık Ebu Hanife ve diğer ehl-i rey savunucuları ise bu uygulamalar arasından Efendimiz’e (s.a.v.) dayananların ayıklanması ve bunlara kıyasla da genel kuralların konulması taraftarıydılar. Ehl-i hadis ise geleneğe, yani hadislere ve Medine’deki uygulamalara soru sorulmasından rahatsızdı. Bu ayrım, İslam tarihindeki ilk usul tartışmasıydı. Bu ilmî mücadele, o seviyeye gelmişti ki rical kitaplarında “ehl-i rey” tabiri, bir cerh ifadesi olarak kullanılmaya başlanmıştı. Fakat İslam’ın yayılmasının ilerlemesi ile dışarıdan gelen sorulara ehl-i reyin getirdiği yöntemden başka makul bir yolun olmadığının netleşmesi ile sonraki tarihçiler daha önceden yazılmış eserlerdeki ehl-i rey, özellikle de Ebu Hanife hakkındaki rivayetlere eleştirel yaklaşmış ve onları büyük oranda elemişlerdir.

Kendisi fıkıh ilminin kurucusu olsa da elimize Ebu Hanife’den ulaşan eserler, genel görünümleri itibariyle kelam eserleridir. İlmî hayatına İslam toplumunun dışındakiler ile kelami konuları tartışarak girmiştir Ebu Hanife ve onun kelam konusundaki yaklaşımları da fıkıhtakine benzer bir süreçten geçmiştir. Yaşadığı dönemde içinde bulunduğu siyasi kargaşalara karşı takındığı tutum, çağdaşları tarafından onun mürcie olarak suçlanmasına sebep olurken fiil ile iman arasındaki ilişkiye dair görüşleri ise daha sonradan Ehl-i Sünnet’in ana kelami anlayışları arasına girmiştir.

Emevilerin sonu ile Abbasilerin ilk döneminde yaşamış olan Ebu Hanife, iki dönemde de siyasi olarak muhalefette kalmış, adalet ve meşruiyet konusundaki görüşleriyse siyasi otorite tarafından hep rahatsız edici bulunmuştur. Öyle ki vefatının hapiste ya da hapisteyken yakalandığı bir hastalık sebebiyle gerçekleştiği nakledilmektedir.