Bülten Yazımız
İSAR ihtisas seminerlerinin “Sosyal Bilim Konuşmaları” serisinin ilk konuşması, “Sosyalin Bilimi Olur Mu?” başlığıyla Alim Arlı’nın sunumuyla gerçekleştirildi. Konuşmasına öncelikle sosyal bilim kavramının tarihî kökleri üzerine bilgiler vererek başlayan Arlı, 19. yüzyılda doğa bilimlerini taklit etmek suretiyle sosyal alanları da anlama niyetiyle ortaya çıkan sosyal bilim kavramının, günümüze ulaşana kadar geçen süreçte nasıl değişikliklere uğradığı üzerinde durdu. Newtoncu evren anlayışının Aristotalesçiliğin yerini almasıyla değişen bilim kavramının sosyal bilimlerin doğuşunda belirleyici rolü olduğunu belirten Arlı, hayat kavramının dönüşümü ile hayata ilişkin diğer alanların (kültür, toplum vs.) bir bütün olarak değiştiğinden bahsetti. Bu anlayış çerçevesinde bakan 19. yüzyıl sosyal bilimcileri “sosyalin bilimi olur mu” sorusuna müsbet cevap vermiş, bunun yolunun da doğa bilimlerindeki nedensellik, nesneler arası kuvvet ilişkisi gibi kavramların sosyal alana tatbiki olduğunu iddia etmişlerdir. Bu çerçevede mesela Durkheim gibi Comte’tan sonra gelen nesildeki sosyal bilimciler, doğa bilimlerinden kavram ve metot ithal etmişlerdir. Durkeim’in biyolojiden sosyolojiye adapte ettiği terim ve fikirler buna örnek olarak gösterilebilir.
Bu anlayış, 20. yüzyıldaki asıl bilimsel dönüşümden önceki sosyal bilim düşüncesinin ürünüydü. Fakat 20. yüzyılda Einstein ve Max Planck’ın rölativite ve kuantum teorileriyle Newtoncu anlayış darbe almış, buna bağlı olarak da sosyal bilim kavramı da dönüşüme uğramıştır. Böylece, bilimsel açıklamanın basit “etki-tepki” ilişkisi çerçevesinde yapılması mümkün gözükmemeye başladı.
Sosyalin bilimi olur mu sorusuna verilen cevapların 3 temel felsefî gelenek içerisinde tasnif edilebileceğini söyleyen Arlı, bu geleneklerin Fransız neo-pozitivizmi, Alman anlama dayalı bilim düşüncesi ve Anglo-sakson pragmatizmi olduğunu ifade etti. Her ne kadar bu üç gelenek sosyalin biliminin olduğunu kabul etse de dayanmış oldukları farklı felsefî arka planlar sebebiyle üç geleneğin sosyal bilimsel uğraşıda açtığı yol birbirinden farklılık arz etmektedir.
Sosyalin bilimi olur mu, olursa nasıl olur sorusunun aslında siyasî ve pratik sonuçları olduğunu söyleyen Arlı, Alman sosyal bilim geleneğindeki kültür vurgusunun Fransız evrenselciliğine (pozitivizm) karşı bir duruş olarak anlaşılması gerektiğini de söyledi. Benzer şekilde, Arlı’ya göre, kabul edilen sosyal bilim anlayışının üniversite, fakülte gibi kurumsal neticeleri de olmuştur; ve şuan kabul ettiğimiz üniversite modelinin aslında Alman sosyal bilim anlayışı ve bilimler tasnifinin bir sonucu olarak doğmuştur. Fakat bilimsel gelişmelerin geldiği mevcut noktada disipliner duvarların aşındığını ifade eden Arlı, bunun da mevcut haliyle üniversite fikrini sorgulamayı gerektirdiğini ifade etti.
19. yüzyıl bilim anlayışı içerisinde ve bilimler tasnifine dayalı bir kurum olarak üniversite, mevcut bilgi birikimimiz ışığında nasıl bir hüviyete kavuşmalı? Sunumunu bu soru ile noktalayan Arlı, bu sorunun henüz bir cevabının olmadığını fakat dünya ilmî mirasına katkı sunabilmek ve mevcut ilmî tartışmalara katılabilmek için bu mesele ile uğraşmamız gerektiğini belirterek sözlerini noktaladı.
Özetle, hakiki bir üniversitenin inşası ancak ilimler tasnifi meselesini mevcut bilgi birikimi ışığında ele alıp yeniden değerlendirebildiğimizde mümkün olacaktır.