Bülten Yazımız
İSAR, 14 Nisan 2018 tarihinde “Kalıpları Aşmak: Osmanlı Düşüncesini Bir Yetkinlik Olarak Okumak” isimli konferansı vermek üzere İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi Ömer Mahir Alper’i ağırladı.Bugün, modern dünyada, belirli kalıplara maruz kaldığımız ve bunun neticesinde de belirli öncüllere göre düşünmeye alıştığımız noktasının altını çizerek konuşmasına başlayan Alper, “Kalıpları aşmak mümkün mü?” sorusuna cevap arayışı içerisine girmenin mümkün olduğu, öte yandan içinde yetiştiğimiz eğitim sistemi gibi birçok unsurun varlığı göz önünde bulundurulduğunda, bizim bu kalıplar içine doğduğumuz gerçeğinin de yanı başımızda durduğunu ifade etti; kendimiz üzerine düşünürken, kendi kimliğimizi yeniden kazanma yolunda bu kalıpların bizim için büyük engeller oluşturduğunu belirtti.
“Osmanlı Düşüncesi” Nasıldı?
“Osmanlı’da düşünce yoktu!” söyleminden başlayarak şerh ve haşiye literatürünün zihinlerde kurgulanan doğası gereği “Vardı, ancak tekrara dayalıydı” söylemine kadar birçok görüşün mevcut olduğunu dile getiren Alper, Osmanlı düşüncesinin İslam düşüncesi için bir “yetkinlik” olarak ele alınabileceğini ifade etti. Burada kavramsal bir çerçeve olarak yetkinliğin içeriği ise teorik açıdan İbn Sina’nın formülasyonuna dayanmaktadır. Nitekim İbn Sina’ya göre varlıklar, yetkinliğe nispetle üç türlüdür ve bunlar da şöyle sıralanmaktadır:
- Mutlak yetkin/kemal sahibi oluş; bu yalnızca Allah’a mahsus bir mertebedir.
- Mutlak eksik oluş; bir şey yetkinlikten tamamıyla yoksun ise bu mertebede ele alınır ki esasında bu kategori de yok hükmünde değerlendirilir.
- İzafi eksik oluş; bu mertebede varlıklar belirli bir yetkinlik ve yetkinleşme istidadına sahiptir ve bütün mahlukat, yetkin olma kabiliyetine sahip olmak itibariyle bu kategoride yer alır.
Var olmak, bilfiil olmak demektir; bilfiil olmak da açığa çıkmaktır. Bu çıkış ve tahakkük ediş, bir kemal demektir. Ancak, bu kemal, mutlak yetkinlik değildir; bununla beraber hiç yok da değildir. Buna binaen ortada bir varlık söz konusudur. Osmanlı düşüncesi dediğimiz bir varlık alanından söz ediyoruz, çünkü biz biliyoruz ki nerede bir insan varsa orada mutlaka düşünce de vardır. Karl Popper’ın da dediği gibi, “Her insan bir filozoftur, çünkü her insan hayatında şu ya da bu şekilde felsefi bir meseleyi düşünür.”
Osmanlı Düşüncesi, İslam Düşüncesi Çizgisi İçerisinde Devam Eden Bir Yetkinliği Temsil Ediyor Mu?
Alper, bu soruya olumlu bir cevap vermekle birlikte Osmanlı düşüncesinin İslam düşüncesi içerisinde en zirve nokta olarak nitelenmesi gerektiği düşüncesini de dinleyicilerle paylaştı. Daha sonra eş-Şeyhu’r-Reîs namıyla tanınan İbn Sina’nın yetkinleşme kavramına tekrar atıfta bulunan Alper, kavramın tanımını şöyle aktardı: “Yetkinleşme, bir nesneden/ varlıktan bir şey kaybolmaksızın, onda olmayan bir şeyin ortaya çıkmasıdır. Daha açık bir ifadeyle, mevcutların muhafazasına ilave olarak yeni görüşler, teoriler, fikirler ortaya koymaktır.” Buradan hareketle, “Osmanlı’da bir Gazali çıktı mı, bir İbn Sina var mıydı, Matüridi neden yok?” gibi söylemlerin hiçbir geçerliliği olmadığını ifade eden Alper, Osmanlı bilginlerinin kendi dönemleri itibariyle yetkinlik sahibi olduğunu, kendilerinden önceki gelenekte olmayan bir katkı ile geleneğe dahil olduklarını vurguladı.
Netice itibariyle düşünce geleneği denilen olgu, kendinden önceki birikimi devam ettirmekle birlikte bunun üzerine yeni bir şeylerin ilave edilmesi anlamını içeriyor. Ancak, bizim bu yetkinliği görmemize engel olan bir arka plan söz konusu. Alper, bunlar arasında özellikle şerh ve haşiyelerin tekrara dayandığı tezini masaya yatırarak bu sava karşı çıktığını ve bunun bir haksızlık oluşturduğunu dile getirdi; aslında şerh ve haşiyelerin, zannedilenin aksine tekrara düşmemek üzere yazıldığının altını çizerek bizzat birincil kaynaklardan getirdiği bazı argümanlarla bu düşüncesini izah etti. Söz konusu “tekrar tezi”nin bir diğer nedeninin de ideolojik önyargılara sahip olmaktan ileri geldiğini sözlerine ekleyen konuşmacı, Aydınlanmacı ve Avrupa-merkezci gerileme söylemi ile Gazali sonrası İslam düşüncesinin gerilemesi mitinin de bu önyargıyı besleyen kalıplara örnek oluşturduğunu ileri sürdü.
Son olarak İslam düşünce geleneğinin hem zaman hem coğrafya hem de kaynaklar itibariyle çok geniş olduğunu hatırlatarak bilimsel yayınlar ile klasik eserlerin dolaşım ve yayılımı gibi faaliyetlerin artırılması gerektiğine işarette bulunan Alper, bu alanın oldukça az ürün verilen taze bir alan olduğunu, genç araştırmacıların bu sahada farklı açılardan orijinal ürünler ortaya koyabileceğini, bunun bir ihtiyaç ve gereklilik oluşturduğunu ifade ederek konuşmasını sonlandırdı.
Konferansı izlemek için tıklayınız