TEŞEKKÜL DÖNEMİ KONUŞMALARI -1

18 Şubat 2019
10:24

Yazar
Kocaeli Üniversitesi / Arş. Gör. Ali İhsan Kılıç

Tasavvufun Erken Dönemini Anlamada Zühd Kavramının Sağladığı İmkân ve Sınırlılıklar

İSAR bünyesindeki Tasavvuf Atölyesi’nde 2016 yılından bu yana tasavvufun teşekkül dönemine odaklanan çalışmalara ek olarak, yine bu dönemle ilgili konferanslarla devam edilmektedir. Bu konferansların ilkinde, tasavvufun teşekkül süreçlerini kapsamlı bir şekilde ele alan Şeriat ve Hakikat Tasavvufun Teşekkül Süreci isimli eserin yazarı Dr. Hacı Bayram Başer sunumlarını gerçekleştirmiştir. Özbekler Tekkesi’nde yapılan bu sunuma tasavvuf alanında çalışmalarını sürdüren çok sayıda araştırmacı katılmıştır.

Teşekkül dönemine dair bu ilk konuşmada Başer, şeriat ve hakikat ilişkisi çerçevesinde tasavvufun tarihsel gelişimini incelediği çalışmasının bir bölümünü teşkil eden zühd tasavvuf ilişkisinden hareketle, zühd kavramının anlam alanını, kapsam ve sınırlarını dinleyicilerle paylaşmıştır. Öncelikle, tasavvuf tarihini dönemlendirirken başvurulan zühd kavramının müstakil bir döneme işaret ettiğini, akabinde zühd hareketinin tasavvufa evrildiğini öne süren tezleri eleştiren Başer, zühd ve tasavvuf şeklinde iki ayrı dönem olduğu görüşüne karşı çıkmaktadır. Başer’e göre zühd döneminden, tasavvuf tarihinin bir dönemi olarak değil, yalnızca tasavvuf hayatının ilk aşamasını ifade etmesi bağlamında bahsetmek mümkündür. O, bu görüşünü temellendirirken tasavvuf klasikleri yazarlarının bu konudaki yaklaşımlarından hareketle tasavvufun İslam toplumunda türedi bir hadise olmayıp tarihsel sürekliliğe sahip olduğu düşüncesini öne çıkarmaktadır. Bu yaklaşıma göre Hz. Peygamber dönemi ile sonraki nesiller arasında amel ve zenginlik ile bilgi ve zenginlik arasında tam tersi bir durum söz konusudur. Sahabe nesli amel bakımından zengin, mülk bakımından fakirken, sonraki nesillerin bilgi ve mülkleri fazla fakat amelleri eksiktir. Bu bakımdan zühd kavramı, bütün bu durumlara karşı tepki olarak İslam dindarlığını anlatan kuşatıcı kavramı ifade etmektedir.

Zühd kavramı müslüman dindarlığın temel karakteristiğini temsil ederken bu durumun tezahürleri, “Kitabü’z-zühd”ler şeklinde telif edilen geniş literatürde açığa çıkmıştır. Hicri ikinci asırdan itibaren müstakil eserler şeklinde telif edilmeye başlanan bu tür kitaplar, tasavvuf klasiklerinin yazılmaya başlandığı dönemlere kadar devam etmiş, tasavvuf klasiklerinin telif edilmeye başlamasıyla birlikte hicri dördüncü asırdan itibaren son bulmuştur. Bu anlamda Kitabü’z-zühdlerin tasavvuf kaynaklarına mesele ve kavramsal bakımdan öncülük edebilecekleri Başer tarafından vurgulanmıştır.

Genel dindarlık tipini ifade eden zahidliklikten sufiliğe geçişle ilgili olarak ise zühd kavramı etrafından ortaya çıkan eylemsizlik ve ibaha sorunlarına dikkat çeken Başer, sufi müelliflerin bu sorunları aşmak amacıyla yaptıkları çalışmalardan ve eserlerden söz etmiştir. Bununla ilgili özellikle Muhâsibî’nin Kitâbü’l-kesb isimli eserine atıf yapan konuşmacı, sufilerin mutlak tevekkül ile sorumlu insan arasında kurduğu denge ilişkisinden bahsetmiştir. Muhâsibi’nin bu konuda, Eş’arîlerin kesb kavramına verâı eklemek suretiyle “aşırılık” kavramını yeniden yorumladığından ve bu anlamda aşırı sayılan bazı davranışların böyle nitelenemeyeceğinden söz etmiştir. Bununla birlikte Muhâsibî’nin birtakım zümrelerin, zühdün aşırı yorumlarını benimsediklerine ilişkin görüşüne de değinmiş ve onun bu aşırılıkları tashihe yönelik bir çaba ortaya koyduğunu belirtmiştir.

Dinleyicilerin soru ve görüşleri ile devam eden sunumda, zühd kavramı ile tasavvuf arasındaki ilişkinin keyfiyetine dair araştırmaların eksikliğine temas edilmiş; bu sebeple, zühd tasavvuf ilişkisinin yeni çalışmalarla desteklenmesi gerektiği belirtilerek sunum sona ermiştir.